
“Rakibi Anlamak” Başlık Önemli, Ancak İçeriği Çok Daha Fazla!
“Bu araştırma ve analiz sürecinin güvenilirliği ve geçerliliği için, Türk dış politikasının önemli bir aktörü olan (Dışişleri Bakanı) Hakan Fidan'dan alınan veriler ve bilgiler kullanılacaktır.”
Dr. Konstantinos P. Balomenos öyle bir makale kaleme aldı ki oldukça çok konuşulacağa benziyor.
Balomenos, Siyaset Bilimci – Uluslararası İlişkiler Uzmanı, Yunanistan Milli Savunma Bakanlığı (MSB) Milli Savunma Politikası ve Uluslararası İlişkiler Genel Müdürlüğü (GDPİAS) Eski Genel Müdürüdür. Yunanistan-Türkiye arasındaki konulara oldukça hakim bir bilgi birikimine sahiptir. Keza Yunanistan Savunma Bakanlığı’da önemli görev icra etmiştir.
Deneyimli diplomat Balomenos, 25 Mayıs 2025 tarihinde “Proto Thema” gazetesinde kaleme aldığı “Rakibi Anlamak” başlıklı makalesinde, Türkiye ile Yunanistan arasında oldukça önemli konuların değerlendirmesini kendi açısından bakarak irdeliyor ve Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan hakkında önemli sözler sarf ediyor. Dr. Konstantinos P. Balomenos, “Bu araştırma ve analiz sürecinin güvenilirliği ve geçerliliği için, Türk dış politikasının önemli bir aktörü olan (Dışişleri Bakanı) Hakan Fidan’dan alınan veriler ve bilgiler kullanılacaktır.” İfadelerini kullanıyor.
Dr. Konstantinos P. Balomenos’un kaleme aldığı makalesinin Türkçe çevirisi aynen aşağıdaki gibidir:
“Rakibi Anlamak”
“Çinli General Sun Tzu şöyle demişti: “Hem düşmanı, hem kendini tanırsan, yüz savaşa girsen korkmana gerek yok. Kendini tanıyıp düşmanını tanımazsan, aldığın her zafer için bir mağlubiyet yaşarsın. Ne düşmanı ne de kendini tanırsan, her savaştan mağlup çıkarsın.”
Bu çerçevede, bu makale, Türkiye’nin dış politikasını mevcut jeopolitik gelişmelerle ilişkili olarak analiz etmeyi ve böylece Türkiye’nin hamleleri ve Türkiye’nin (Yunanistan’da birçok kişi tarafından) sözde jeopolitik yükselişinin gerçek mi, yoksa geçici tesadüflere dayanan Türkiye’nin bir başka propaganda efsanesi mi olduğu hakkında faydalı sonuçlar çıkarmayı amaçlamaktadır.
Bu araştırma ve analiz sürecinin güvenilirliği ve geçerliliği için, Türk dış politikasının önemli bir aktörü olan Hakan Fidan’dan alınan veriler ve bilgiler kullanılacaktır.
Özellikle, Hakan Fidan, 2023’te Türk dış politikasının dizginlerini eline alır almaz, Türkiye’nin “Türkiye Yüzyılı”nın başlangıcındaki dış politika hedeflerini açıklamak için “Türk Dış Politikası ‘Türkiye Yüzyılı’ Eşiğinde: Zorluklar, Vizyon, Hedefler ve Dönüşüm” başlıklı bir makale yazdı [Bkz: Insight Türkiye, Cilt 25, Sayı 3 (2023)].
Bu makalede, Türkiye’nin Bölgesel, Yaratıcı ve Dönüştürücü bir Aktör olma vizyonuyla ilgili olarak Sayın Fidan şunları belirtiyor: “Türkiye, uluslararası sahnede artan bir sorumluluk üstlenerek yeniden bir iyilik gücü olarak ortaya çıkıyor. ‘Türkiye Yüzyılı’nın eşiğinde, bölgede ve uluslararası ilişkilerde bir sorun çözücü, sistem geliştirici ve dönüştürücü bir aktör olarak öne çıkıyor.
Türkiye’nin öngördüğü uluslararası sistem, geleneksel güç kutupları tarafından belirlenen ister tek kutupluluk, ister iki kutupluluk olsun uluslararası bir düzen kavramının ötesine geçiyor. Türkiye, günümüzün küresel ve bölgesel zorluklarını ele alabilecek daha kapsayıcı, etkili, adil ve güvenli bir uluslararası sistemin oluşturulmasına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır; rekabete değil, dayanışmaya dayalı, dirençli bir sistem.
Bu, stratejik sabır ve sarsılmaz bir kararlılık gerektiren zorlu bir görevdir. Türkiye, istikrarlı siyasi iradesi ve artan yetenekleriyle, böyle yeni bir uluslararası sistemin mimarlarından biri olmak için güçlü bir konumdadır. Türkiye’nin daha adil, kapsayıcı ve güvenli bir dünya düzeni arayışı, Türk halkının asırlık medeniyetine ve kimliğine derinlemesine kök salmış ve ulusal dış politikaya yansıyan adalet ve vicdan ilkelerinden kaynaklanmaktadır.
Türkiye, insan refahını vurgulayan, ekonomik eşitsizlikleri gideren ve küresel barış, güvenlik, istikrar ve refahı teşvik eden bir uluslararası sistemin inşasında, ortak değerleri savunmak ve ortak sorumlulukları yerine getirmek için diğer devletlerle işbirliği yapmaya hazırdır.”
“Türk Dış Politikası’nın temel hedefleri”
Ayrıca, Türk Dışişleri Bakanı (Hakan Fidan) aynı makalede, Türk Dış Politikası’nın temel hedefleri ile ilgili olarak, bölgemizde barış ve güvenliğin sağlamlaştırılması, Türkiye’nin dış ilişkilerinin yapısal bir temelde daha da kurumsallaşması, bir refah ortamının geliştirilmesi ve Türkiye’nin küresel hedeflerinin ilerletilmesi gibi temel noktaları içeren bütüncül ve kapsamlı bir stratejinin gerekliliğini vurguladı. Özellikle, Türk Dış Politikası’nın ana hedeflerinin şunlar olduğunu belirtti:
Türkiye’nin Bölgede Barış ve Güvenliğe Katkısı ve Yeni İşbirliği Modelleri Oluşturulması:
(a) tehditlerin ortadan kaldırılması ve zorlukların aşılması ve
(b) bölgesel ekonomik ve siyasi işbirliği modellerinin geliştirilmesi için fırsatların kullanılması.
Mevcut stratejik ilişkilerin güçlendirilmesi ve yeni ilişkilerin oluşturulması yoluyla, Dış İlişkilerin Yapısal Bir Temelde Daha da Kurumsallaşması [örn. Türk kültür mirasını ilerletmeyi amaçlayan Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ve bölgesel kalkınmayı teşvik etmek için Müslüman ülkelerle işbirliği yapmayı amaçlayan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)].
Refah Ortamının Geliştirilmesi (Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri yapma hedefi, ticari ve ekonomik ilişkilerini küresel olarak genişletecek ve derinleştirecek ve ayrıca sadece Türk halkının değil, aynı zamanda dünya genelindeki komşularının, dostlarının ve ortaklarının refahını da artıracaktır).
Dünyanın birçok bölgesindeki Türkiye politikalarının güçlendirilmesi ve küresel sorunların çözümüne katkıda bulunulması yoluyla Küresel Hedeflerin İlerletilmesi.
“Türkiye orta bir güç”
Yukarıdakiler değerlendirildiğinde ve Türkiye’nin jeostratejik konumunu, ekonomik ve askeri yeteneklerini kullanarak ve daha aktif ve agresif bir dış politika sergileyerek uluslararası sistemdeki etkisini sürekli artırma çabasına odaklanıldığında, Türkiye’nin Yüksek Stratejisinin nesnel hedefinin, daha geniş bölgemizin (Balkanlar, Kafkasya, Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Kuzey Afrika) bölgesel sisteminde orta güç olarak ortaya çıkması ve sağlamlaşması olduğu sonucuna varılmaktadır.
Uluslararası ilişkilerde “orta güç” kavramı, süper güçler (ABD, Çin, Rusya) arasında yer almayan, ancak uluslararası gelişmelerde önemli bir rol oynayabilecek ve bölgesel ve küresel meseleleri etkileyebilecek önemli ekonomik, askeri veya siyasi güce sahip devletlerle ilgilidir. Özellikle, orta güçler uluslararası kuruluşlar (örn. BM, DTÖ, AGİT vb.) aracılığıyla çok taraflı işbirliğini teşvik etmeyi, ittifaklar, ekonomik yardım ve devletlerarası çatışmalarda arabuluculuk yoluyla diplomatik etki uygulamayı ve son olarak, bölgesel krizlerde liderlik rolü üstlenerek bölgesel istikrarı teşvik etmeyi amaçlamaktadır.
Yukarıdaki bakış açısından bakıldığında, Türkiye’nin son yıllarda jeopolitik değerini artırmak ve uluslararası politikada önemli bir orta güç olarak ortaya çıkmak için önemli adımlar attığı bir gerçektir.
Özellikle, uluslararası toplumda hareket alanını sağlamak için maddi ve manevi ulusal kaynaklarını etkin bir şekilde kullanmakta, büyük güçlerin politikalarına bir dereceye kadar müzakere etme ve direnme yeteneğine sahiptir ve ayrıca, tek başına hareket etme yeteneğine sahip olmadığı göz önüne alındığında, bölgesel kolektif organlar ve uluslararası kuruluşlar içinde etki uygulamayı amaçlamaktadır.
“Arabuluculuk rolünden bahsedemez”
Son olarak, Cooper, Higgott ve Nossal’ın (Bkz: Orta Güçlerin Yeniden Konumlandırılması) liberal uluslararası ilişkiler teorisyenlerinin görüşünü benimseyen Türkiye, orta güçlerin uluslararası toplumda üç rol oynamayı amaçladığını belirtiyor: (a) katalizör, (b) kolaylaştırıcı ve (c) yönetici, şunları amaçlamaktadır:
Uluslararası konularda harekete geçmek (katalizör),
İşbirlikleri ve koalisyonların oluşturulmasını kolaylaştırmak (kolaylaştırıcı) ve
Kurumsal yapılanmaya ve uluslararası standartların şekillenmesine katkıda bulunmak (yönetici).
Ancak, şimdiye kadarki çabalarına rağmen, Türkiye güvenilir bir orta güç olmaktan ve istediği jeopolitik rolü oynamaktan çok uzaktır. Bu hem Türkiye’nin özellikleriyle ve işleyiş biçimiyle ilgili iç faktörlerden hem de uluslararası sistemin dış faktörlerinden kaynaklanmaktadır.
Özellikle, Türk Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın da belirttiği gibi, daha kapsayıcı, etkili, adil ve güvenli bir uluslararası sistemin oluşturulmasına katkıda bulunmayı amaçlayan bir ülkenin demokratik bir ülke olması ve uluslararası hukuka saygı duyması gerekir, ki bu Türkiye için geçerli değildir.
Ayrıca, Türkiye, Kıbrıs’ı işgal edip topraklarının %36,2’sini yasadışı bir şekilde işgal ederken ve BM’nin eylemini kınayan tüm kararlarını pervasızca görmezden gelirken, Barış ve Güvenliğe katkısından bahsedemez.
Dahası, Türkiye, Dağlık Karabağ, Suriye ve Libya’da bölgesel çatışmaların katalizörü iken, uluslararası çatışmaların çözümündeki arabuluculuk rolünden bahsedemez. Bu bağlamda, Türkiye, bölgesel çatışmaların çözülmesini kolaylaştıramaz, çünkü bunların katalizörü olmanın yanı sıra, bu çatışmaların da bir parçasıdır. Birçok açık bölgesel cepheye dahil olması, onu savunmasız hale getirir ve artan jeopolitik değeri olan bir orta güç olarak ortaya çıkma planlarını engeller. Bunun doğruluğu için, Suriye’deki durum tırmanır ve İsrail-Türkiye arasında bir çatışma çıkarsa, tüm planları iptal edilecektir.
Ek olarak, Türkiye’nin güç faktörleri var, ancak bunlar sınırsız değil. Özellikle, güçlü silahlı kuvvetlere sahip, ancak küresel bir askeri müdahale yeteneği yok. Türkiye’nin askeri endüstrisi de önemli başarılar gösteriyor, ancak savunmasız ve silahlarının üretimi için gerekli önemli bileşenler ve malzemelerle tedarik edilip edilmeyeceği konusunda büyük güçlerin (ABD, Almanya vb.) siyasi iradesine bağlı.
Ayrıca, Türkiye ekonomisi, Sayın Erdoğan’ın iddialı planlarını destekleyecek kadar güçlü değil ve ekonomik ve sosyal eşitsizlikler ve Türkiye’nin karşı karşıya olduğu iç zorluklarla birlikte, uluslararası sistemdeki konumunu savunmasız hale getiriyor.
“Türkiye güvenilir bir orta güç değil“
Son olarak, Türkiye güvenilir bir orta güç değil, çünkü ABD, Rusya, İran, Çin gibi süper güçlerden sürekli baskı görüyor ve onların istekleri arasında (çoğunlukla başarısız bir şekilde) denge kurmaya çalışıyor. Doğulu pazarlığını iyi bilebilir, ancak süper güçler kendi çıkarlarının tatminini talep ettiğinde bu tür davranışlara tolerans göstermezler.
Yukarıdakilere ek olarak, Türkiye’nin güvenilir bir orta güç olmadığını ve savunduğu jeopolitik rolü oynamadığını daha da kanıtlayan bazı diplomatik başarısızlıkları da belirtmek gerekir.
Özellikle: Türkiye’nin Ukrayna-Rusya Savaşı’nda ateşkes sağlamak amacıyla Ukrayna ve Rusya liderlerinin İstanbul’da bir araya gelmesini sağlama diplomatik girişimi bir başarı değildi, çünkü fiyaskoyla sonuçlandı. Eğer Sayın Putin ve Trump görüşmelere katılıp savaşın sona ermesine karar verselerdi, bu bir başarı olurdu.
Kendi beyanına göre, Doğu Akdeniz’de izole edilmesine izin vermeyecektir. Bu nedenle, birçok komşu ülkesiyle (Yunanistan, Kıbrıs (Güney), Mısır, İsrail) kötü ilişkileri nedeniyle izole edildiğini, Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na, Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’na (IMEC) katılmadığını ve genel olarak Avrupa enerji planlamalarının dışında olduğunu düşünmektedir. Bu gelişmelere tepkisi seğirme halindedir (Kıbrıs (Güney) ve Yunanistan’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi’ni ve genel olarak komşularının egemenlik haklarını sorgulama vb.) ve bir orta gücün rolüyle bağdaşmayan agresif bir politika (örn. Ege’de Oruç Reis ile araştırmalar) ile kendini göstermektedir.
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye hakkındaki sürekli kınayıcı raporları ve Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin kesilmesi, Türkiye’nin Avrupa diplomatik süreçlerinden izole olduğunun bir başka kanıtıdır ve bölgede güçlü bir jeopolitik role sahip güvenilir bir orta güç olmadığı görüşünü doğrulamaktadır.
“İlişkilerini onarmak için çabalıyor“
13 yıllık dışlanmanın ardından (Gazze’deki durumu incelemek üzere) Arap Birliği Zirvesi’ne katılma davetine rağmen, Türkiye, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini onarmak için çabalıyor, ancak ilgili ülkelerle çelişen jeopolitik çıkarlarını tam olarak kapatmayı başaramadı.
BRICS ülkelerinin Türkiye’yi 2024’te tam üye olarak kabul etmeyi reddetmesi (Türkiye’nin şiddetli arzusuna rağmen), Türkiye’nin, küresel etkisini artırma ve geleneksel Batılı müttefiklerinin ötesindeki ülkelerle bağlarını güçlendirme konusundaki ilan edilmiş hedefini yerine getirmedeki başarısızlığını kanıtlamaktadır.
Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan gibi Türk kökenli devletlerin, sözde “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin (KKTC) bağımsızlık ilanını yasadışı sayan BM kararlarını destekleyen bir bildiri imzalaması ve Lefkoşa’da (Güney) Büyükelçilikler açarak, Kıbrıs Cumhuriyeti (Güney) ile ilişkilerini güçlendirmesi, önemli bir orta güç olan ve daha geniş bölgemizde güçlü bir jeopolitik role sahip bir ülkeyle bağdaşmamaktadır. Bu, Türkiye’nin Azerbaycan ile bağlarını güçlendirmesine rağmen, Türk Devletleri Teşkilatı’nı kontrol edemediğini ve Orta Asya ve Kafkasya’daki etkisinin iddia edildiği kadar büyük olmadığını kanıtlamaktadır.
“Türkiye’nin zaferi değil, Avrupa’nın yenilgisidir“
Türkiye’nin Avrupa savunmasına katılımı konusunda, tüm Avrupa’yı ilgilendiren hassas bir konu olması ve önümüzdeki dönemde tartışılacak olması nedeniyle, Türkiye’nin (dört yıldır) çabalarına ve kendisine dost ülkelere (örn. Almanya) yaptığı baskıya rağmen, bu hedefe henüz ulaşılamadığı ve ulaşılıp ulaşılamayacağı ve hangi koşullar altında ulaşılacağı kesin değildir.
Bu, Yunanistan’ın ve birçok müttefikinin böyle bir olasılığa karşı ihtiyatlı duruşu nedeniyle başarılamadı. Bunun doğruluğu için, Fransa Cumhurbaşkanı Sayın Macron böyle bir olasılığa karşıdır ve Alman mevkidaşıyla açıkça anlaşmazlığa düşmüştür. Özellikle, Sayın Macron, katı bir Avrupa savunma politikası lehine olup, ayrılacak kaynakların üçüncü ülkelerden teçhizata yönlendirilmemesi gerektiğini savunmaktadır. Ayrıca, Avrupa savunması için finansmanın yerel üretimi artırmak ve AB’nin dış tedarikçilere olan bağımlılığını azaltmak için kullanılması gerektiğini savunmaktadır.
Türkiye’nin Avrupa savunmasına katılımına nihayet karar verilse bile, bu gelişme Türkiye’nin zaferi değil, Avrupa’nın yenilgisidir.
Bu, Avrupa’nın kozmogonik jeopolitik gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, Avrupa savunması ve güvenliği için net ve birleşik bir stratejisinin olmadığını ve ayrıca, üçüncü ülkelerin yardımına başvurarak kendi savunma sanayisini kendi başına geliştiremediğini açıkça kanıtladığı için Avrupa’nın yenilgisidir.
Mesele müzakere aşamasında olmasına rağmen, nihai kararların oybirliği yerine nitelikli çoğunlukla alınma niyeti, Avrupa için eşi benzeri görülmemiş bir durumdur ve Avrupa’nın değer sisteminin ve işleyiş mekanizmasının yozlaşmasına işaret etmektedir.
Son olarak, bu gelişme gerçekleşirse, Avrupalı liderlerin tehlikeden habersizliğini kanıtlayacaktır, çünkü Rusya’nın Truva Atı olan Türkiye’yi kendi ayaklarına dolayacaklardır.
Yukarıdaki analizi özetleyecek olursak, Türkiye’nin askeri gücünü ve agresif ve aktif diplomasisini yansıtarak elde ettiği bazı fırsatçı başarılara rağmen, güvenilir bir orta güç olmadığını ve propaganda mekanizmalarının yansıtmaya çalıştığı jeopolitik güce sahip olmadığını belirtmek gerekir.
Jeopolitik rolü, bölgedeki önemli aktörler (İsrail, Fransa, Hindistan vb.) tarafından sorgulanmaktadır ve mevcut koşullara ve uluslararası sistemin büyük aktörlerinin jeopolitik güç dengelerine bağlıdır.
“Biraz daha dikkat etmeleri iyi olacaktır“
Sonuç olarak, Dış Politika, Savunma ve Güvenlik konularında yorum yapanların ne söylediklerine ve ne yazdıklarına biraz daha dikkat etmeleri iyi olacaktır.
Türkiye’nin jeopolitik yükselişiyle ilgili iyi paketlenmiş bir propaganda efsanesini yeniden üreterek, Türk propagandasının tekrarlayıcıları olarak hareket etmemelidirler.”
Dr. Konstantinos P. Balomenos: Siyaset Bilimci – Uluslararası İlişkiler Uzmanı, Milli Savunma Bakanlığı (MSB) Milli Savunma Politikası ve Uluslararası İlişkiler Genel Müdürlüğü (GDPİAS) Eski Genel Müdürü.