Yunanistan Haber

Uyarmıştık! Azınlığı Yok Saydıkça, Dışladıkça Bu Manzarayı Daha Çok Göreceksiniz!

Gümülcine’de gerçekleştirilen Kalkınma Konferansı fiyasko ile sonuçlandı. Birileri ceplerini doldurdu, ama birileri de Atina’da önemli bir mesajı aldı.

Gümülcine’de gerçekleştirilen Kalkınma Konferansı fiyasko ile sonuçlandı. Birileri ceplerini doldurdu, ama birileri de Atina’da önemli bir mesajı aldı.

Hiç tartışmasız mesaj şu; “Avrupa’ya üzerinde incelemeler yapılmasını önerdiğiniz ve model olarak gösterdiğiniz, ama gerçek anlamda dışladığınız ve yok saydığınız Batı Trakya Azınlığı olmadan bölgede kalkınma asla O-LA-MAZ!

Hadi biz Türk basınını davet etmediniz, organizasyonda yok saydınız bunu da kabul etmiyoruz ama bir kenara bırakıyoruz, UNUTTUK sanmayın, şimdilik bir kenara koyuyoruz, zamanı gelecek. Hiç olmazsa değişik branşlarda onca başarılı Yunanistan vatandaşı Azınlık insanı var, konuşmacı olarak, fikir beyan etmek üzere davet etme inceliğini gösteremediniz. O zaman biz sizinle Batı Trakya’da nasıl anlaşacağız ki? Çıkıp biri bunu bize anlatsın.

Hep susmak bir yere kadar, ama bunun bir de patlaması olacaktır emin olun, bu toplum daha fazla dışlanmayı, baskıyı kaldıramaz. Yok yakınken U dönüşü yapın ve Batı Trakya’da adil ve tutarlı politikalar izleyin.

Gelelim etkinliğin son bölümüne, hani ilk bölümleri de “MADE İN STİLİANİDİS” ve etrafının politikası kokuyordu da biz gerçekçi olarak işin sonuna bakalım.

Konferansın son gününde ve son oturumunun başlığı “Bölgesel Basının Dünü, Bugünü ve Geleceği” konuşuldu. Hemen soralım; hangi bölgesel basından bahsediyorsunuz ki? Mora nireeeee, Batı Trakya nire? Bu Peloponnisos gazetesi kaç defa Batı Trakya’ya gelmiş ve kaç makale kaleme almış?

Bu oturumda konuşmacılar, sosyal medyanın günümüz koşullarında gazete ve televizyonun önüne geçmeye çalıştığına dikkat çektiler. Konuşmalarda gerek gazetelerin gerekse görsel medyanın da bağlı bulundukları kurumlar eşliğinde kendilerini teknolojiye uygun bir şekilde yenilemeleri gerektiğine dikkat çekildi. İyi güzel be AFENDİ mu da, yok saydığınız Azınlık basını hangi destekle hangi teknolojiye nasıl yenilecek ki? Biz Batı Trakya’daki Azınlık gazetecilerini ve gazetelerimizi basın derneklerine üye olarak kabul dahi etmiyorsunuz bunu da mı bilmiyorsunuz? Burada da dışlıyorsunuz bu da mı Avrupa’ya model olmalı? Bu mu sizin modelleriniz? Bir babayiğit çıksın açıklasın veya cesaretiniz varsa bir panel düzenleyelim tartışalım, hodri meydan. Ama yemezsiniz, korkudan yapamazsınız.

Sırasıyla “Doğal Çevre Ve Su Kaynakları” konusunu da konuştunuz. Bu oturumda, Doğu Makedonya – Trakya Eyaleti Su Departmanı Müdürlüğünden Yorgos Kambas isimli konuşmacı, DMT Bölgesinin çok zengin onlarca nehir akıntısına sahip bir bölge olduğunu ve bunun değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Su kullanımının özellikle tarım alanında daha kontrollü ve daha bilinçli olması gerektiğini belirten Kambas, bilinçsiz su kullanımından kaçınılması gerektiğinin altını çizdi. Hemen soralım; yıllardan beri bölgeye kaç su barajı yaptınız ve kullanıma açtınız? Buna cevap verin yeterli olacak. Öyle “olması lazım, yapılması lazım“ yuvarlak sözlerle bu işler olmaz. “Geçti Bor’un Pazarı, Sür Eşeği Niğde’ye.“

Son yıllarda bölgemizi de çok yakından ilgilendiren konuların içinde yok sayamayacağımız yasadışı kaçak göç konusu da Konferansın bir parçasıydı. Göç ve İltica Bakan Yardımcısı Sofia Vultepsi “Güvenlik Savunma ve Sınırlar” başlıklı oturumda konuştu. Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerin utanç verici olduğunu söyledi. Yaşanan tüm gelişmelerin güvenlik sorunuyla alakalı olduğunu ifade etti. Ülke içindeki sosyal dengelerin uyumlu olmaması halinde, bunun marjinalleşmeye yol açtığını ve sosyal sınıflar arasında bazı ayrışmaların ortaya çıktığına dikkat çeken Vultepsi, insanların birlikte yaşamaları ve birbirleriyle daha sağlıklı iletişim kurabilmeleri için bu ikilemlerin kabul edilmemesi gerektiğini ifade etti.

Göç ve İltica Bakan Yardımcısı Sofia Vultepsi’nin söyledikleri kulağa hoş geliyor da, insanların birlikte yaşamaları ve birbirleriyle daha sağlıklı iletişim kurabilmeleri için birlikte fikir beyan etmeleri gerekmiyor mu? Peki o zaman biz bu etkinlikten neden mahrum bırakıldık? Sayın Bakan cevaplasın!

Gelelim temcit pilavına, yani bizim yakından tanıdığımız ve Batı Trakya Türk Azınlığını ilgilendiren konularda her defasında bir şeyler söyleyen, Azınlığı yakından takip eden Konstantinos Filis beye. Stilianidis’in arkadaşı yoldaşı olan Filis bey Stilianidis’in konuşmasının da yer aldığı oturumu o yönetti.

Yeni Demokrasi Partisi Rodop Milletvekili Evrpidis Stilyanidis söz alarak, Doğu Makedonya ve Trakya’nın jeopolitik ve jeostratejik yükselişi konusunda görüş ve düşüncelerini paylaştı. Stilyanidis özetle şunları dile getirdi:

“Bir yandan Rusya Avrupa pazarına enerji tedarikinde tekel olmayı hedefleyerek, diğer yandan Rusya’nın büyük enerji tekelini örnek alan Türkiye, enerji geçişi için tek geçit olmayı hedefleyerek, NATO çerçevesinde boğazları, Montrö Anlaşması’na rağmen, kendi kontrolü altına almak istemiştir. Türkiye, doğalgaz ve petrol boru hatlarının kendi topraklarından geçmesini sağlayarak, bu enerji kaynaklarını uluslararası pazara sunmayı amaçlamıştır; böylece hem Rusya’dan hem de Asya’dan gelen enerji akışını yönetmeyi hedeflemiştir. Bu durum, Trakya’yı boğazların resmi bir “bypass”ı haline getirdi. Yunanistan bunu çok daha erken fark etti ve 2020’den sonra bölgemizi Avrupa’nın enerji güvenliğinin garantörü yapmaya çalıştı. Bu kapsamda, alternatif bir giriş noktası, alternatif bir güzergah ve küresel enerji pazarlarına erişim imkanı oluşturdu. Dedeağaç’ta TAP ve IGB boru hatları bu amaca hizmet etti. Ayrıca daha önceki Burgaz-Dedeağaç projeleri de Asya’dan Avrupa’ya enerji akışı için bir alternatif yol oluşturmayı hedefledi.”

Filis’in yönettiği bu oturumda, SİRİZA Milletvekili ve Eski Savunma Bakanı olan Evangelos Apostolakis, Ukrayna ve İsrail’de yaşanan savaşa değindi. Adam asker kökenli, bu konuyla başlaması ve dönüp dolaşıp lafı Dedeağaç limanı ve NATO’ya dayadı. Apostolakis kısacası şu ifadeleri kullandı:

“Bu noktada Dedeağaç, Makedonya geneli ve Trakya, hem enerji güvenliği hem de Avrupa’nın enerji tedarikinde alternatif yollar açısından kilit bir rol oynamaya başladı. Sıvılaştırılmış doğal gazın (LNG) taşınması, demiryolu bağlantıları ve Dedeağaç Limanı’nın coğrafi konumu bu anlamda kritik öneme sahip. Dedeağaç Limanı’nın NATO ve müttefikler tarafından kullanımına dair ilk anlaşmalar benim genelkurmay başkanlığım döneminde yapıldı ve bu süreç başarılı bir şekilde devam etti. Amerika Birleşik Devletleri ve NATO’nun bölgede sürekli varlık göstermesi, bölgenin gelişim yoluna girdiğini ve her geçen gün daha büyük önem kazandığını gösteriyor.”

Sırasıyla Atina Pantion Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Çalışmaları Uzmanı Prof. Kostas İfandis söz aldı. İfandis, konuşmasında “Bugün konuştuğumuz bu bölgenin, yani özellikle uzun yıllar kalkınma açığı nedeniyle bir çok açıdan geri kalmış olan Makedonya ve özellikle Trakya’nın jeopolitik önemi büyük bir fırsat olarak karşımıza çıkıyor. Ancak unutmamalıyız ki coğrafya aynı zamanda bir lanettir. Bu, bölgede iki savaşın var olmasıyla kendini gösteriyor. Son olarak şunu söylemek istiyorum; Bölgenin yükselmesi, değişen bir coğrafyadan kaynaklanıyor, ancak ne yazık ki bu coğrafya bizim için daha da kötüye gidiyor.” İfadelerini kullandı.

Etkinliğin ortaklarından biri olan bölgemizin Trakya Dimokritos Üniversitesi Sosyal Hizmetler Bölümünden Doç. Dr. Sotiris Serbos’un da söyleyecekleri vardı. Sotiris Serbos da şunları dile getirdi:

“Batı karşısında avantajlı bir konum elde edebilmek için stratejik öneme sahip bir liman ve çok amaçlı kullanılabilecek bir merkez haline gelmeliyiz. Dedeağaç’ı diğerlerinden ayıran en önemli özellik, coğrafi bölgeleri birbirine bağlayabilmesi ve bu bağlantının geniş bir bölgeye yayılabilmesi açısından büyük önem taşıyor.

Bu noktada hem Rusya hem de Türkiye için durumun önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü ABD, Karadeniz’deki stratejisini ve erişimini yeniden gözden geçirme kararı aldı. Karadeniz’e giriş, yalnızca Boğazlar Rejimi’ne bağlı kalamaz, bu da askeri deniz seyrüseferini kısıtlıyor. Ayrıca, Türkiye-Rusya ilişkilerine bağlı olarak Boğazlar ve Hazar geçişi sürekli olarak bir belirsizlik arz ediyor. Bu, Batı için bir çok soru işareti yaratıyor ve Boğazların askeri ve ticari geçişlerdeki kullanışlılığı konusunda şüphe uyandırıyor.

Bu liman, yalnızca askeri kuvvetler ve malzeme için değil, aynı zamanda ticaretin sürdürülebilirliği açısından da Boğazları bypass edebilecek bir alternatif haline geldi. Özellikle Kuzey ve Doğu Avrupa ile Ukrayna’ya yönelik ticaret açısından bu liman önemli bir rol oynayacak. Avrupa çapında ağların ve kuzey-güney ekseninin geliştirilmesine yönelik çalışmalar devam ediyor ve enerji dağıtımındaki rolüyle Dedeağaç, Rusya’nın ağırlığını azaltacak şekilde güçlenecek. Altyapının kritik önemi burada devreye giriyor. Bu liman ve diğer ulaşım yolları, yeni lojistik zincirlerin ortaya çıkmasıyla çok daha önemli hale gelecek. Bu bölgenin gelişimine katkıda bulunacak demografik bir büyüme, özellikle de nitelikli bir nüfus artışı sağlamalıyız. Dedeağaç’tan başlayarak Meriç ve Kavala limanına kadar uzanacak bir demografik gelişim, bölge için çarpan etkisi yaratabilir.”

Moderatör Konstantinos Filis, Milletvekili Evripidis Stilyanidis’e hitaben, “Yıllardır hem siyasette hem de Yunan devleti ile Azınlık arasındaki ilişkilerle ilgileniyorsunuz. Bu konudaki tecrübeleriniz doğrultusunda, bölgenin çok amaçlı bir merkez haline gelmesi sayesinde ortaya çıkacak olan kalkınma perspektifine dair de birkaç kelime söylemenizi rica ediyorum.” diyerek sözü tekrar Milletvekili Stilyanidis’e verdi.

Milletvekili Stilyanidis şunları dile getirdi:

“Hristiyanlar ve Müslümanlar, Aleviler, Pontuslular, Ermeniler, Rumlar ve Müslümanlar arasında burada ilişkiler çok olumlu ve yapıcı bir şekilde gelişti”

blank“Demokrasi sonrası dönemde, ulusal devletin seçtiği ve tüm hükümetler tarafından desteklenen en önemli politika, açık toplum politikasıydı. Bu politika, yalnızca dini özgürlüğün korunmasını değil, azınlık vatandaşlarının tüm haklarının korunmasını, her bireyin dini ve etnik kimliğine saygı gösterilmesini de sağladı. Bu, şu anda Balkanlar için benzer örneklerin bulunmadığı bir model ve tüm dünya için bir karşılaştırmalı avantajdır. Hristiyanlar ve Müslümanlar, Aleviler, Pontuslular, Ermeniler, Rumlar ve Müslümanlar arasında burada ilişkiler çok olumlu ve yapıcı bir şekilde gelişti. Çünkü bu ilişkiler, saygı ve özgürlük ortamında gelişti. Bu ilişkiler yalnızca belirli tarihi dönemlerde, çoğunlukla yabancı merkezlerden ve bazen de Yunan milliyetçi veya aşırılıkçı merkezlerden yapılan müdahaleler nedeniyle bozuldu. Bu merkezler, yerel toplumu siyasi veya seçimsel olarak yönlendirmek amacıyla bu ilişkileri zehirlemeye çalıştı ancak çoğu zaman başarılı olamadılar. Ben burada seçim sonuçlarına değil, insanların temel değerlere bağlılığına bakıyorum.

Ayrıca, Trakya’daki azınlığın barışçıl ve ılımlı bir yapıya sahip olduğunu vurgulamak istiyorum. İslam’ın hangi mezhebine inanırlarsa inansınlar, IŞİD gibi aşırıcı İslamcı örgütlerin propagandasına kapılarını kapattılar. Bunun nedeni, burada, Avrupa demokrasisi içinde yaşadıkları özgürlük ve refahın, başka herhangi bir sistemde bulunamayacağının farkında olmalarıdır.

“Yunan tarafının da hataları olmuş olabilir“

Geçmişte bazı hatalar olmuş olabilir, Yunan tarafının da hataları olmuş olabilir ancak şu anda bu bir avantajdır. Yunan devleti, bölgeyi ülkenin ekonomik dışa açılım üssü haline getirdiğinde, çok sayıda kültür ve pazarla iletişim kurabilen insanlara sahip olmak büyük bir avantajdır. Bu sadece Türkçe bilenler için değil; örneğin, Türkiye’deki 20 milyon Aleviyle veya Suudi Arabistan, Mısır’daki pazarlarla bağlantı kurabilecek insanlarımız var. Ayrıca Karadeniz bölgesindeki pazarlarla iletişim kurabilen Rum Pontuslular veya Arap kökenlilerimiz de bu avantajı pekiştiriyor.

“Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı burada ağırlayan Bakan oldum“

Bu avantajdan yararlanmak için istikrar, barış ve iş birliğine ihtiyacımız var. Eğer bana yılların siyasi deneyimiyle sorarsanız, Türk meslektaşlarımla müzakerelerin, Almanya’da yaşayıp doktoramı orada yapmış olmama rağmen Alman meslektaşlarımla müzakerelerden daha kolay olduğunu söyleyebilirim. İlk olarak, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı burada ağırlayan bakan oldum ve Yunanistan ile Türkiye arasında ne yapılması gerektiğini ve azınlıkların iki ülke arasında nasıl bir köprü oluşturabileceğini vizyoner bir şekilde konuştuk. Ancak iç politikaların dış politikayı nasıl etkilediğini her zaman gözlemlemek gerekiyor. Bunu İsrail’de Netanyahu’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde çeşitli politikalarla gördük, Rusya’da daha önce gördük ve Almanya’da mülteci kriziyle ilgili sosyal demokrat bir liderin aniden göçmenlere karşı sert bir tavır takındığını ve bu durumun Avrupa’nın ortak vizyonunu tehdit ettiğini gözlemledik.

“Burada dikkatli olmalıyız“

Bu yüzden, burada dikkatli olmalıyız. Sadece ulusal sorumluluğa değil, aynı zamanda evrensel insan sorumluluğuna da geri dönmeliyiz. Realist olmam gerektiğini biliyorum ve asla ütopik bir vizyona sahip olmadım. Yunanistan’ın dış politikası hakkında konuşurken, mevcut stratejinin bazı zayıflıklarını vurgulamalıyız. Savaş, diyalog ve hakemlik olmak üzere üç yolu var. Herkesin savaştan kaçınmak istediğini düşünüyorum çünkü kazanan bile maddi ve manevi kayıplar yaşar. Diyalog ise, kuralların olmadığı ve her iki tarafın keyfi talepler sunabileceği bir ortamda tehlikeli olabilir. 1975’ten bu yana izlediğimiz strateji hakemliğe dayalı bir stratejidir: güven artırıcı önlemler, ortak bir ajanda oluşturmak ve kuralları belirlemek. Anlaşmazlık durumunda bile, başlangıç noktasına geri dönülmez ve her iki taraf da bir adım ileriye gider. Eğer uzlaşılamazsa, uluslararası hukuka saygı gösterilerek hakemliğe gidilir. Bu süreçten korkanlar, çözüm istemeyenlerdir. Bu strateji, partiler üstü bir yaklaşımla Yunan dış politikasının temelini oluşturdu ve olumlu sonuçlar verdi.”

Möderatör Filis, eski Savunma Bakanı Apostolakis’e hitaben, “Sizi iki savaş hakkında endişeli gördüm ve tahmin ediyorum ki sizin tecrübenize sahip olan her aklı başında insan farklı hissetmezdi. Size sormak istiyorum, bu iki savaşın birinden diğerine kıyasla daha fazla endişe duyuyor musunuz? Özellikle Yunanistan, daha geniş bölge ve Trakya üzerindeki etkileri açısından. Ayrıca, son dönemde Türkiye tarafından özellikle Dedeağaç ile ilgili bazı eleştiriler ortaya çıktı. Türkiye, Dedeağaç’ın ABD’nin planlarındaki rolünün güçlenmesinden ciddi şekilde rahatsız gibi görünüyor. Bununla ilgili düşünceleriniz nelerdir?” diye sordu.

Apostolakis şu cevabı verdi:

“Uzun bir süre, Avrupa’nın medeni bir bölge olduğu ve devletlerin anlaşmalarının güvenli olduğu inancını taşıdık“

blank“Amerika, gerekli açıklamaları yaptı ancak bizim anladığımız mantık çerçevesinde, ne böyle bir niyetimiz var gibi görünmüyor ne de mevcut durumlardan herhangi bir değişiklik olduğunu düşünüyoruz. Ancak, Ukrayna’daki savaşın etkilerini, hem ekonomik açıdan hem de siyasi ilişkiler ve dengeler açısından ülkemizi ne ölçüde etkilediğini anlamış durumdayız. Bu durum, güvenlik ve savaş sonrası oluşan hissiyatı etkiliyor. Uzun bir süre, Avrupa’nın medeni bir bölge olduğu ve devletlerin anlaşmalarının güvenli olduğu inancını taşıdık. Fakat Ukrayna’daki savaş, bu inancı bir anda sorgulamaya açtı. Bu nedenle güvenliğimizin, uluslararası hukuk ve anlaşmalar çerçevesinde işlediğini, ama bu süreçlerin talep edilmesi gerektiğini anlıyoruz.

Savaşın nasıl değerlendirileceği konusuna girmeyeceğim ama özellikle savaşın ilk dönemlerinde yaptığımız tahminler, ne yazık ki, mevcut koşullar nedeniyle yanılgıya uğradı. Eğer bu savaşın sona ermesi için bir diplomatik çözüm yolu bulunamazsa, çok uzun sürecek gibi görünüyor. Son günlerde yaptığımız bir tartışmada, Rusların bu savaşı başlatırken belirli toprakları ele geçireceklerini düşündüklerine dair bir soru sormuştum. Herkesin belirttiği gibi, bunun olmayacağına inanmak oldukça zordu. Dolayısıyla, sonunda bir yere varacaklarını ve sürekli bir pozisyon elde edeceklerini biliyorlardı. Kırım ve Kıbrıs örneğinden de bunu görebiliyoruz. Bu nedenle, teorik olarak en kısa sürede bu savaşın sona ermesi, bu ülkenin onarılması için umut verebilir. Yoksa tamamen yok olmaktan korkuyoruz. Bir ülkenin savaş yüzünden nasıl yeniden inşa edileceği konusunu tartışmaya başladığımızda, bu durum, gençlerin bir cesedin üstünde kavga etmeleri gibi görünmeye başlıyor.

İkinci bir konu olarak, İsrail’deki savaşın süresiyle ilgili endişelerim var. İran saldırısından iki saat önce İsrail’e yönelik saldırının gerçekleşeceğini söylemiş olmam bir kehanet değil, ama bu kaygıyı dile getirdiğimde hâlâ işin ciddiyetinin anlaşılmadığını görmek üzücü. Avrupa Birliği’nin, gelişen durumlardaki belirsizliğin getirdiği büyük bir sorumluluğu var. Net bir pozisyon almak yerine, durumların gelişmesine göz yummaktadır.”

Haberin devamını oku

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Rastgele Haberler

Başa dön tuşu