Karamanlis: “Azınlıkta Üç Etnik Grup Var – Türkiye’nin İstediği Her Şey Konu Edilemez”
"Hiç şüphe yok ki burada üç etnik grup var ve her birinin üyesi, bireysel kendini tanımlama bağlamında kendi etnik kökenini (Türk, Pomak veya Roman) öne sürebilir."
Eski Başbakan Karamanlis, Batı Trakya’daki Türk Azınlık ve Türkiye-Yunanistan ilişkileri hakkında önemli açıklamalarda bulundu.
Eski Başbakan Kostas Karamanlis, “Estia” gazetesi müdürü Manolis Kottakis’in “Karamanlis’in Gizli Dosyaları” adlı kitabının Dedeağaç’taki tanıtımında konuştu. Etkinlik, 10 Aralık Pazar günü saat 11.00’de Ramada Plaza Otel’de (eski adıyla Thraki Palace) gerçekleşti. Karamanlis Batı Trakya’daki Türk Azınlık ve Türkiye-Yunanistan ilişkileri hakkında önemli açıklamalarda bulundu.
Karamanlis konuşmasında özetle şunları dile getirdi:
“Trakya’da (Batı), Ege’de, Kıbrıs’ta Helenizm’in dayanıklılığı yargılanıyor”
“Şehrinizde (Dedeağaç) son kez kamuoyu önüne çıkışımdan 14 yıl sonra, Manolis Kottakis’in kitabı vesilesiyle bugün burada, aranızda olmaktan çok mutluyum. Bu bölge ile ve buradaki insanlarla güçlü bağlarım var. Ama sevgi duygusunun ötesinde, Trakya’yı (Batı) Helenizm’in önemli bir kalesi ve jeopolitik önemi olan vatanımızın bir parçası olarak görüyorum. Bu duygu ve algılarım, Yunanistan Tütün Üreticileri Kooperatifi Birliği’nin beni de geniş ailesine dahil etme yönünde bana yaptığı onurlu teklifin kabul edilmesinde önemli rol oynadı.
Trakya’nın (Batı) ekonomik olarak güçlenmesi, tarımsal üretimin desteklenmesi, olumsuz demografik eğilimlerin durdurulması çabalarına katılmak benim için özel bir ayrıcalık. Geçtiğimiz aylarda Trakya ciddi bir ekolojik felaketle karşı karşıya kaldı. İnsan hayatı kaybedildi, binlerce dönüm ormanlık alan yakıldı, evler yıkıldı, bitki ve hayvan sermayesine büyük zarar verildi. Bölgenin yeniden inşası, etkilenenlerin desteklenmesi, altyapının ve üretim üssünün güçlendirilmesiyle acilen ilgilenmemiz gerekiyor. Trakya’nın refahı en önemli ulusal önceliktir. Sadece ülkemiz için değil, daha ötesi için kritik bir kavşaktadır. İki kıta ve iki deniz arasında yer alıyor. Ukrayna’daki savaşla birlikte jeopolitik ve stratejik değeri daha da ön plana çıktı.
Artık Yunanistan içinde ve dışında Trakya’nın (Batı) oynayabileceği daha geniş rolü anlayan birçok kişi var. Barışın, kalkınmanın, enerji işbirliğinin köprüsü olmakla birlikte güvenliğin de sağlanmasıdır. Şehriniz Aleksandrupolis (Dedeağaç), limanının yakın zamanda yenilenmesinden sonra özel bir değer kazanan jeostratejik bir kavşakta bulunuyor. Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Doğu arasında Yunanistan, Aleksandrupolis (Dedeağaç) aracılığıyla stratejik bir oyuncu olarak ortaya çıkıyor ve ulusal alanda karşılığını talep edebiliyor.
“Azınlıkta üç etnik grup var”
Son dönemde tanınmış çevreler, Türk-Yunan diyaloğunun yeniden başlaması vesilesiyle Trakya’daki (Batı) Müslüman Azınlığın Türk olarak tanınması konusunu yeniden gündeme getirmeye çalışıyor.
Hiç şüphe yok ki burada üç etnik grup var ve her birinin üyesi, bireysel kendini tanımlama bağlamında kendi etnik kökenini (Türk, Pomak veya Roman) öne sürebilir.
Ancak Lozan Antlaşması gibi bütünü ilgilendiren Antlaşmalar, bireylere ve bireysel haklara ilişkin Antlaşmalar ve hükümlerle kasıtlı ve kötü niyetli olarak karıştırılamaz.
Tam tersine burada takdire şayan bir şey yaşandı. Bölgenin Hıristiyan ve Müslüman sakinleri açık demokratik toplumun ve barış içinde bir arada yaşamanın bir modeli olmuştur. Ve hiçbir üçüncü devletin iyi niyetli devletlerarası ilişkiler çerçevesinde iç işlerimizde söz sahibi olabileceği, talepte bulunabileceği düşünülmemelidir. Ve tabii ki etnik köken ile özgürleşme meseleleri arasında bağlantı kurulabileceğini düşünmek bir hatadır.
“Türkiye’nin istediği her şey konu edilemez”
Elbette Türkiye ile barışın ve iş birliğinin peşinde olmalıyız. Coğrafya, onunla (Türkiye) komşu olarak yaşamamız gerektiğini dikte eden bir ülke. İlişkilerimizdeki ortamın yoğun çatışmalı olmaktan çıkıp durgunluğa doğru ilerlemesi olumlu.
Ve elbette, MEB ve kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşmazlığımızı çözmek için ortaya çıkan her türlü fırsatı değerlendirmeliyiz. Yunanistan, bu anlaşmazlığın her zaman Uluslararası Hukuka dayalı olarak barışçıl çözümüne yönelik samimiyetini ve hazırlığını uzun yıllardır ortaya koymuştur. Ama Türkiye’nin istediği her şey, Uluslararası Antlaşmalar, Uluslararası Hukuk ve uluslararası kuruluşların ilgili düzenlemeleriyle açık, net ve karara bağlanmış, müzakereye veya yargı sapkınlığına konu edilemez. Dolayısıyla Türkiye ile herhangi bir diyaloğa girdiğimizde öncelikle neyi tartıştığımızı, neleri müzakere edebileceğimizi netleştirmeliyiz.
Türkiye’nin Ege’de, Doğu Akdeniz’de de hakları olduğunu duyuyorum. Kimse Türkiye’nin haklarını inkar etmedi. Ancak bu haklar, kendisinin gri bölgelerle ilgili teorileriyle, Mavi Vatan ya da kalbinin sınırlarıyla ilgili emelleriyle iddia ettiği haklardan değil, Uluslararası Hukuktan ve Uluslararası Anlaşmalardan kaynaklanmaktadır.
Barış egemenlikten vazgeçilerek satın alınmaz. Ne de Türkiye’yi ya da herhangi bir müttefiki, ortağı ya da üçüncü kişiyi, gerilimin azalması karşılığında ulusal egemenliğimiz pahasına iddialara ya da baskılara boyun eğmeye hazır olduğumuzu düşünmeye teşvik ederek, onur veya egemenlik hakları çeşitli yorumlara açık muğlak formülasyonlar Türkiye’yi cesaretlendirmesin. Tabii ki, Yunan topraklarının her santimetrekaresine yönelik apaçık savunma ve caydırıcılık hakkının olmadığı da düşünülmesin.
Ulusal egemenlik ve ulusal egemenlik hakları konularında indirim yapılamaz. Helenizmin stratejik derinliğinin değerlendirildiği Ege, Trakya (Batı) ve Kıbrıs’ta muhataplarımızın keyfi yorumlarıyla ulusal egemenliğimizi dondurmayı veya askıya almayı amaçlayan gri düzenlemelere hoşgörü gösterilemez. Dahası, üçüncü tarafların hedefi Ege takımadalarının ortak yönetimi ise bu kabul edilemez.
Biz Yunanlılar, tüm komşularımızla barış ve iyi komşuluk ilişkileri arıyoruz, ancak ulusal çıkarlarımız pahasına gizlenen her türlü tehlikeyi fark etmek için her zaman teyakkuzdayız. Ege’nin bölünmesine, Kıbrıs’ın terk edilmesine yol açacak her türlü talebin geri püskürtülmesi için birleşik ulusal cephe oluşturmak hepimizin görevidir.
Bir kez daha tekrar ediyorum: Trakya’da (Batı), Ege’de, Kıbrıs’ta Helenizm’in dayanıklılığı yargılanıyor. Ve buna bağlı olarak hepimizin sorumluluğu ve kaderi de yargılanıyor.”